19 Aralık 2011 Pazartesi

Anlık

Tutucu bir insan değilim, hatta çevremi rahatsız eden bir geniş görüşüm var fakat birkaç gündür kafama takılan bir nokta var ve nedense bu gözlemim beni rahatsız etti. Birlikte olunan kişiye söylenen “güzel” sözler aslında ne kadar o kişiye ve sadece o kişiye söyleniyor? Türk filmlerinden aşina olunan ve dalga geçilen “ Bunu kimbilir daha önce kaç kıza söyledin?” repliği üzerine felsefi bir tartışma başlatmak niyetim. Aksi takdirde bu durumun beni neden rahatsız ettiğini anlayamayacağım.

İnsanlar birileriyle olur, ilişki biter, yenisi başlar bunların olağan süreçler olduğunu düşünüyoruz. Her bir yaşanan ile birlikte daha önce bize ait olmayan kelimeler, cümleler lügatımıza giriyor veya yeni bilgiler öğreniyoruz. Kötü senaryo ise hiçbir değerin insana katılmadığını hissetmek olsa ki bu ayrı bir konu.

Sizden önce”kine” söylenen sevgi sözcükleri size söylendiğinde acaba bu sözcükler sadece sevgi taşıyıcıları mı yoksa beraberinde farklı durumlarda kullanıldıkları “hatıraları” da taşıyorlar mı? “Sözcükler özgürdür!” diye bağırabilirsiniz fakat ben her bir sözcüğün söylenirken kullanıldıkları durumdaki enstanteneleri de taşıdıkları düşüncesindeyim.

Ne demek yani bu? Demek istiyorum ki sözcükler hafif değil, omuzlarında oldukça ağır bir anı kütlesiyle dolaşıyorlar ve sadece sizi o anda özel hissettirdikten sonra işlerini yapmak üzere başka yerlere göçüyorlar. O yüzden aslında “Bana bir kere bile beni sevdiğini söylemedin” diyen kişi aslında çok özel bir konumda olduğunu hissetmekten acizdir diyebiliriz. Evet denebilir sanırım.

Şimdi bunu monogamiye bağlayanlar çıkabilir ama kendini özel hissetmek isteyenler açısından durum daha da vahim. Bir zamanlar bir arkadaşım “ Her birlikte olduğum biriyle birlikte ruhumdan bir parça eksiliyor” demişti. Sözcükler açısından bakarsak durum bu boyutta değil. Durum şu ki, sözcükler sadece sizlerin değil bütün insanlığın. En azından o dili kullanan insan grubunun. Yani bir kişinin hayat süresinden daha uzun süre varoluyolar ve daha çok kişi için kullanılıyorlar. “Zeytinim” kelimesini (Neden bu kelimeyi seçtim bilmiyorum) sizden 1 asır önce yaşamış biri sevdiği için kullanmış olabilir. Durum vaziyet bu olunca ve eğer özel hissetme takıntısı yaşayan biriyseniz sanırım dilbilimci-romantik bir sevgili işinizi görebilir. Bu kişinin yeni kelime üretme kapasitesi sizi özel hissettirebilir. Neyseki böyle birini bulamayanlar için dilin evrimi de benzer bir işlevi görüyor tabi bu yine sadece ve sadece size özel olmuyor sadece bulunduğunuz zaman aralığını ve dolayısıyla sözcüğün başka birileri içinde kullanılmış olma olasılığını düşürüyor.

Bu durum beni niye rahatsız ettiye gelirsek sanırım özel hissetme ihtiyacı bütün dindar kesimde olduğu gibi bende de var. Ee ama ben dindar değilim? Sanırım hatlar karıştı. Bunun sebebi Christopher Hitchens öldükten sonra dünyadaki dinsiz yoğunluğunun azalmaya başlaması olabilir ( Bu arada huzur içinde yat Christopher).

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Misafirperverliğin Altında Yatan Neden

Misafirperverlik, doğu toplumlarında genellikle görülen ve batı tarafından hoş karşılanan bir davranıştır. Neden eve gelen insanları hoş karşılamak ister insan? Onları çok sevdiğinden mi? İnsanların yakınları için bunun geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta sevdiğimiz insanların evimizde rahatça vakit geçirmelerini isteriz. Bunun psikolojik sebepleri arasında "bizden olanları" mutlu etmek isteği olabilir. Benim asıl merak ettiğim ise bu değil. İlgimi çeken nokta; ilk kez tanıştığımız kişileri, tanrı misafirlerini memnun etme isteğimiz. İnsanın içinde bulunduğu kültür bunu normal gösteriyorsa elbette kişi, bu davranış örüntüsüne sahip olacaktır. Peki, bu davranış neden ortaya çıkmış olabilir? Yani insan neden ilk kez tanıştığı kişilere aşırı derecede ilgi ve sevgi ( gerçek veya değil) göstermek ister?

İlk olarak, verilen aşırı ziyafetlerin bir statü göstergesi olduğu düşüncesindeyim. Birçok çeşit yemekler, o yemekleri alabilme gücünü dolayısıyla zenginliğin göstergesi. İkinci olarak gösterilen aşırı ilgi ve nezaketin kişinin kompleksli olduğunu gösterdiğini düşnüyorum. Toplum tarafından veya o an içinde bulunduğu kalabalık tarafından kabullenme isteği, kişinin topluluğa olan aşırı nezaketiyle sağlanabilir. Kişinin elinden kendini başka bir şekilde ispatlama gelmiyorsa yapabileceği tek şey göstereceği nezakettir.

Bu durumu turistlere gösterilen aşırı nezaketten de anlayabiliriz. Dışarıya karşı olan ezilmişlik, onlara karşı gösterilen aşırı nezaket ile giderilmek istenir. Çünkü duruşu olmayan insanın tek güvencesi yüzündeki sırıtmasıdır.

Bu sırıtış ve yalakalık o kadar çok midemi bulandırıyor ki, bu tür insanları gördüğüm yerde oradan derhal ayrılmak istiyorum. Misafirperverlik, kendi statünü gösterme amacından başka birşey olmadıkça benim gözümde yüce bir değeri yok. Bu davranış kendi reklamını yapmanın toplum tarafından kabul görmüş hali aynen imam nikahının toplum tarafından kabul edilmiş zina olması gibi.

17 Temmuz 2011 Pazar

Acınası


Düşünüyordum, acaba bir insanın hayatını acınası yapan şey nedir?” diye. Fakirlik mi, karaktersizlik mi, istediği bir işte çalışamaması mı? Bunların hepsinin bir şekilde katlanabilir olduğuna kanaat getirdim, ve asıl ezik bir yaşamın ne olduğunu buldum. Bu duyguyu hissettiğiniz ve kendinizden emin olduğunuz zaman intihar etmenin de en iyi ilaç olduğunu düşünmekteyim.

Akineton, parkinson hastalarının kullandığı bazen de ruhsal rahatsızlığı olan kişiler için verilen ağır bir ilaçtır. Alkol ile kullanımı sonucu anılarınızın silinmesine yol açar. Anıların silinmesi... Sizi siz yapan nedir? Size isminiz sorulduğunda verdiğiniz cevap aslında bir kaç harften oluşabilir ama aslında sizin o anki yaşınıza kadar olan anılarınızı kapsıyor. Neden fotoğraf çekersiniz? Güzel anıları saklamak ve her baktığınızda ders çalışırmışçasına hafızanızda yenilemek için.

Kendinize şu soruyu sorduğunuzda ne cevap veriyorsunuz? “Bütün anılarım silinse bu beni mutlu eder mi?”. Bu aslında tuzak bir soru, sonuçta silinse siz silindiğini bilmeyeceksiniz ama farz edelim ki hafızalarınızın silinmemiş kopyası olan siz, uzaktan fabrikadan yeni çıkmış “size” bakıyorsunuz. Mutlu olur musunuz?

Evet, bu soruya cevap olarak evet diyen insanlardı benim gözümde acınası olan. Düşünsenize hayatta hiçbir anısı mutlu olmayan, kötü olaylarından ders çıkaramamış bir insansınız ve anılarınızın silinmesini isteyerek kendinizi resetlemek istiyorsunuz. Hayatta bundan daha acınası bir durum var mı acaba? O kadar boş gelip gitmişsiniz ki, sizin için anıların silinmesi birşey ifade etmiyor.

Gerçekten, eğer bir gün böyle bir yaşam geçirdiğinden ve geçirmekte olduğundan emin olursa insan, yapacağı en güzel şey sanırım hayatına son vermek olacaktır.

14 Temmuz 2011 Perşembe

13 14 07 11


Türkiye’nin Kürdistan İşçi Partisine karşı olan ‘savaşında’ yine şehit verildi, 13 tane.

Haber kanallarında CNN, BBC’de çıkan spikerler ile yarışabilecek olan spikerler yüzlerinde hiçbir üzüntü ifadesi olmadan haberlerini gayet objektif bir şekilde sunup ‘yarın görüşmek üzere’ diyerek veda ediyorlar. Bunda kızılacak bir durum yok, tanımadığımız kişiler için üzülmek sadece evrimsel psikolojimizin izin verdiği kadar mümkündür. Dahası, sürekli bir olayı, karakterleri değiştirerek insanların önüne sunduğunuz takdirde artık alışkanlık yapar ve tepki katsayısı azalır. Patriotizmin öldüğü bu yüzyılda hala patriotizm ile ortaya karışık evrenselliği yutturmaya çalışınca ortaya tadı iğrenç olan bir yemek çıkıyor.

Öbür dünya anlayışı olduğu müddetçe insanın bu dünyadaki değeri azalır. Ölen 13 askerin şuan cennette olduğu düşüncesi bizleri rahatlatır ve sonraki şehitler için zemin hazırlar. İkinci bir yaşamın olduğu düşüncesi, bu yaşamın değerinin azalmasına yol açar. Belki de insan nüfusunu arttıran da bu düşüncedir. Ölenlerin aslında ölmediği ve mutlu olduğu düşüncesi, onların ölümlerine yol açan durumlar için yeni adaylar yetiştirmemizi sağlar. ‘Bir çocuğum olsa onu da yollardım’ veya ‘ Yine olsa yine yaparım’ bu düşüncelerin ürünleridir ve bu hastalıklı zihniyet terkedilmediği sürece ölenlerin bir değeri kalmayacak ve ölümler devam edecektir.

Herkes ayakta, herkes bağırıyor. Peki yarın ne olacak? Herşey unutulacak. Bana hatırladığınız bir şehit ismi söyleyebilir misiniz? Hepsinin askerde çekilmiş fotolarını ölümlerinin ardından gördünüz ve unuttunuz. Evet unutulur çünkü arkadan gelen var çünkü bu artık normal bir durum. ‘İç dinamiği var bu işin, dış dinamiği var’. Yok yok. Gerçekten dış güç falan yok bunları yaptıran. Sadece sizin zihniyetiniz sizi öldüren. Siz kendinizi öldürüyorsunuz kendi anlayışınızla, kendi hayatınızı değersiz yapan inançlarınızla.

12 Temmuz 2011 Salı

TATMİNSİZLİK



İnsanları dinliyorum, her kesimden her yaştan, her bölgeden. Ankara’da bulunan biri “Ankara’da hiçbirşey olmadığını”, İstanbul’da oturan biri İstanbul’da birşey kalmadığını”, Londra’da oturan “Londra’da ona heyecan veren birşeyin kalmadığını” söyleyip duruyor. Sonra bu insanlar rubik küpteki renkler gibi kübün yüzünde yer değiştirmeye başlıyorlar, kübün farklı yüzlerinde farklı bölgelerde bulunuyorlar. Bu onları tatmin ediyor mu? Tartışılır. Bazıları için gerçekten gidiş yeni bir başlangıç olabiliyorken bazıları için yalnızca zaman kaybı oluyor.

19 Haziran 2011 Pazar

RTE

Demokrasi kelime anlamı olarak Yunanca iki sözcüğün birleşiminden oluşmuştur; demos, yani halk ve kratos yani güç. Demokrasi, halkın gücü demektir ve ilk bakışta gerçekten zararsız ve en uygun yönetim biçimiymiş gibi görünür.

Psikolojik olarak insanların lider olarak gördükleri insanlar şu şekilde sınıflandırılabilir:

1) Lider olarak görülen kişi, takipçilerde olmayan özellikleri taşıyandır,

2) Lider, takipçilerin ortalamasını yansıtan kişidir. Yani diğer bir deyişle, takipçi kendisine benzeyeni kendisini yönetmesi için ‘seçer’

İlk durumdaki lider genelde demokrasi ile işbaşına gelmez. Farklı şekillerde yönetimi ele geçirmiş ve çoğunluğun sahip olduğu kültürden (kültürden kasıt, toplumda baskın olan sosyal yaşam ile ilgili köklü düşünceler) farklı bir kültüre sahip olan kişidir. Bunlar, istedikleri yere gelebilmek için farklı stratejiler geliştirmişlerdir ve bazen zorla veya takva ile lider konumuna geçmişlerdir. Bu liderlerin devamlılığı iş başına geldikten sonraki popüler hareketler içinde olup olmamalarına bağlı olarak değişir.

İkinci durum ise insan psiklojisi tarafından bakıldığında en olası olandır. İnsanlar psikolojik olarak sosyal yaşantılarında kendi düşüncesinde olanla bağ kurarlar. Farklı düşünceler veya yaşayış biçimlerine saygı büyük bir yalandır ve bu erdemi gösteren insan sayısı gerçekten azdır. Kendin gibi olanla bir arada olma toplum tarafından da o kadar kabul görmüştür ki, farklı düşüncelerde (yaşayış biçimlerinde vs.) olan iki insanın yakınlığı diğerlerini hayrete düşürür. Buna bağlı olarak demokratik yönetimlerde insanlar adaylar arasından kendine kültür olarak en benzer olanı seçer. Öncesinde topluma yapılan hizmetler seçmenin seçilmesinde yan faktörlerdir. Buradan yola çıkarak Türkiye örneğine gelirsek RTE’nin seçilmesi ve seçilecek olması, Türkiye’deki yaygın kültür, erdem ve ahlak ve etik anlayışı değişmedikçe hiçbir farklılık göstermeyecektir. Erkekler aynaya baktığında bir RTE, kadınlarda yanlarında bir RTE ve türevi bulunmasını istedikçe Türkiye’nin geleceği bu kültür ve bunların elçileri tarafından şekillendirilecektir.

‘Ya nasıl bu adama oy verilir o kadar çaldı çarptı’ veya ‘Her iki kişiden biri X partili’ yorumlarının ve sorularının cevapları gayet açıktır. ‘Bu adama’ oy verilir çünkü halk ‘bu adam’ gibidir. Bu halkın kadınları ‘bu adam’ gibi bir eş ister. İzmir mitinginde yaptığım gözlemlerden biri de mitinge katılan çoğunluğun kadın (veya kız bilemem orasını) olması ve her onay isteyen sorularda bu kadınların coşkuyla bağırmasıydı. Ergen kızların aşık oldukları ünlü şarkıcıya konserinde eşlik etmesi gibi bu kadınlar da onay isteyen adaya büyük bir aşk ve sevgiyle cevap veriyorlardı. VE sanıldığının aksine bu kadınlar hiç de türbanlı değillerdi. Gayet ‘modern’ giyinimle kadın veya kızlar sevgilerini ve desteklerini gösteriyorlardı. Bu, gerçekten üzerinde durulması ve sorgulanması gereken bir konudur.

Peki ne yapmalı? Türkiye’deki bu ne olduğu belirsiz islam, pers, bizans kültürlerinin etkisinde kalmış ve bunların (islam haricinde) en kötü taraflarını almış kültür ve gelenek anlayışına karşı mantıkla çeliştiği her alanda savaşılmalı ve taviz verilmemelidir. Çünkü RTE gibi bir erkek olmak ve RTE gibi bir koca istendikçe bu ülke herzaman RTE’lere oy verecektir.